Bir muhabbet vakti yazısıyla tekrar merhabalar… Tatil mevsimi ve blogların eski canlılığını yitirdiği son yılların birleşimiyle oldukça kurak bir sezonda bulunmaktayız. Coğrafya derslerinde hep söylenirdi ya “yazları kurak ve güneşli” diye işte blogların üstünde de kavurucu bir güneş söz konusu. Bloğumu takip eden sınırlı sayıdaki sevgili, kıymetli okuyucularımdan bağımsız olarak popüler blogları da işin içine katarak söylüyorum üstelik bunu. Blogların ziyaret süreleri düşerken yorum sayıları da azalıyor doğal olarak. Kendimi de bu grubun içerisine dahil ediyorum. Eskisi kadar blog okuyamıyor ve yorum yapamıyorum.
Gerçi, ben kendimi bildim bileli her blog yazarını iyi bir blog okuyucusu olarak kabul etmemek gerektiğine inanıyorum. Gazete okuyan her insan nasıl yazar değilse blog yazan her insan iyi bir blog takipçisi olmak zorunda değil. Şöyle düşünün; mesela bazı arkadaşlar yemek blogları, bazıları hobi blogları, bazıları aile hayatıyla ilgili bloglar kaleme alıyorlar. Dolayısıyla bütün bu kategoriler her blog yazarının ilgisini çekmeyebiliyor. Bu açıdan kişisel blogları biraz daha genele hitap eden bloglar olarak görüyorum.
Blogların ve Youtube’ın Geleceği
Yaklaşık üç sene önce “Bloglar Ölüyor!” diyen Simto Alev’e katılmamak mümkün değil. Öleceğini düşünmesem de blogların oldukça zayıf düştüğünü ifade edebilirim.
Önceki yazılarımda da blogların geleceğiyle ilgili düşüncelerimi dile getirmiştim. Yaşadıklarımız sadece bloglarla ilgili bir durum değil. Milyonlarca kullanıcısı olan Youtube bile yayımcılık anlayışı konusunda evrim geçiriyor. Önceden izlenme sayılarının “yarıştırıldığı” Youtube’da artık izlenme süreleri öne çıkıyor. İnsanlar açtıkları bir videonun çoğunu ya izlemiyor ya da atlamalar yaparak izliyor çünkü.
Youtube’un geleceğiyle ilgili bu durumu da samimiyetini sevdiğim Orhun Kayaalp ile oyun medyasının duayenlerinden Murat Sönmez’in Konsol Üssü kanalındaki sohbetinden izleyebilirsiniz.
Hayatımız Sınav
Yakın zamanda KPSS, TYT, AYT, DGS, LGS ve adını saymaktan üşendiğim birçok sınav yapıldı. Her yaştan milyonlarca insanın yıllarını verdiği, ter döktüğü sınavlar… Peki, hayatın her önemli dönemecinde karşımıza çıkan, çıkarılan bu sınavlar suçlu mu? Sınavlar bir sebep değil, sürecin sonucudur. Bu nedenle içerisinde bulunduğumuz durum analiz edilmeden yüzeysel çıkarımlarda bulunmamak gerekir. Arz – talep dengesi gereği sınavla girilecek yerlerin azlığı, sınava başvuran sayısının fazlalığı sonrasında inanılmaz bir darboğaz yaşanıyor ülkemizde.
İş kapısı olarak ise hâlâ devlet en önemli ve en güvenilir yer olarak görülmeye devam ediyor. Bütün problemlerin kaynağı da bu zaten: iyi denetlenen, çalışan haklarına sahip çıkan, iş sürekliliği vadeden bir özel sektörümüz yok. Genç nüfusumuz da artmaya devam ediyor. Her dört gençten biri işsiz ki bu oldukça büyük bir oran. Üretimden geçmeyen bir ekonomiyi ayakta tutmak, dibi deliklerle dolu bir kovayı doldurmaya benziyor. Çeşmeden akan suyun miktarı fazlayken deliklere rağmen kovadaki su seviyesini koruyabilirsiniz fakat akan su azaldığında boş bir kovayla elimizde kalakalmış bulunmaya şaşırmamak gerek.
Güçlünün Haklı Olduğu Bir Dünya Düzeni
Garip değil mi? Koca koca ülkeler belgesellerdeki boğalar gibi kafa tokuşturmakla meşguller. Demokrasinin beşiği diyebileceğimiz ülkeler bile kendi ekonomik ve sosyal refahlarını sürdürebilmek için daha kapalı bir toplum olmayı göze almaya başladılar. (Amerika’nın Meksika sınırına örmekte olduğu duvar ve İngiltere’nin Brexit kararını bunlara örnek verebiliriz.) Adamın biri çıkıyor ve diyor ki “Ben vergiyi arttırdım.! hop vergi artıyor. Egzoz salınımıyla ilgili anlaşmaya uymuyorum diyebiliyor. Nükleer anlaşmalardan çekilebiliyor. Aman bize çamur sıçramasın diyen ülkeler de birkaç homurtudan sonra seslerini kesiyorlar.
Haklının güçlü olduğu bir yapıya sahip çıkmadığımız takdirde bu ve benzeri durumlar dünyanın geleceğini şekillendirmeye devam edecek. Yüzlerce yıllık demokrasiler bile toplum çıkarlarını insanlığın çıkarlarından üstün tutmaya başladı. Gidişatı iyi görmüyorum maalesef. Kişilere değil çağın gereklerine uygun sistemlere ihtiyacımız var. Ne yazık ki insanlar kişilerin peşinden gitmeyi daha çok seviyor.
Hani Muhabbet?
Muhabbet Vakti başlığını bir nevi şikayet mekanizması olarak kullandım sanırım. 🙂 Halbuki bu amaçla ele aldığım bir kategori değil burası. Neyse, kusura bakmayın sevgili okurlar. 🙂
Bari sözlerime son vermeden güzel şeylerden de bahsedeyim. Geçen hafta denizdeki martılara kulak verip boğazdaki gemileri seyrettim. Denizi seyrederken bütün keşmekeşine rağmen İstanbul’un hâlâ insana huzur verebilen anlarının olduğunu hatırlamış oldum. İyi oldu.
Bir şeylerin düzelmesini istiyorsak “iyi insanlar”a ihtiyacımız var. Evet; daha fazla fedakarlık yapmanız gerekecek, daha fazla üzüleceksiniz ama iyi olmaktan vazgeçmeyin olur mu? 😉
Birçok konuda maymun iştahlıyımdır lakin konu blog yazmak ve okumak olunca durum tam tersine dönüyor. Senelere blogları okumaktan vazgeçmedim. En son blogger yazmayı bırakana kadar da vazgeçmeyeceğim. Azalıyor olabilir ama kalan sağlar bizimdir diyorum ben 🙂
Değerli yorumun için teşekkür ederim Yasemin. Yıllardır sen de blog alemi içerisindesin. Yazıda dile getirdiklerim olmasını istediklerim değil, durum tespiti. Umarım hayatın hızlı akışına bloglar da kurban gitmez. Kalan sağlar bizim olsun elbette, tek çekincem sağ kalanların sayısı sadece. 🙂
Bloglar hakkinda haklisin sayin blogger arkadasim. Bence bunda instagramin etkisi buyuk. Eskiden blog deyince o ne diyenler simdi blog deyince instabloglari anliyorlar. Gerci onemli olan paylasim. Onlar da yaziyor bizler de.
Blog yazma konusundaki ac gozluluk bende de mevcut. Ama ben bloglari acip yazmiyorum genelde. Simdiye kadar (biri haric) actiklarimda en iyi ihtimalle 4-5 yazi vardir. Sonra kendimi oraya ait hissetmeyip baska hesap aciyorum. Kisir dongu. Alinmis blog isimleri ve bos blog yiginlarindan olusan copluk icin blog aleminden ozur diliyorum. 😅
Değerli yorumunuz için teşekkür ederim.
Instablogları yeni yeni keşfediyorum. Çok fazla Instagram kullanan birisi değilim. Yine de insanların kendilerini yazarak ifade etmelerine seviniyorum. Yazının büyülü bir tarafı olduğuna inanmışımdır hep. Sevdiğim bir kitap bitip de kapağını kapadığımda içimdeki boşluğu bir süre başka şeyle dolduramıyorum.
Yazdığınız bloglara gelince, bu dürtüyü canlı tutmanın zor olduğunu biliyorum diyebilirim. Yine de sizi mutlu eden, rahatsız eden, sinirlendiren, üzen şeyleri üzerinde biraz yoğunlaşıp kağıda dökmenizi tavsiye ederim. İnsanın kendini keşfetme yollarından biri de yazı yazmasıdır. Kişisel bir blog açıp konu sınırlaması olmadan yazabilirsiniz bence. 😉
Sevgili yazarım; biraz sitemli olmuş ama haklı bi sitem. İnan’ın öyle bi zamanda yız ki insanlar hiçbir şeyden zevk almaz oldu. Ve herşey de israf eder oldu. Açıkçası acınacak haldeyiz. Bu benim şahsi fikrim. Ama umudumu da yitirmiş sayılmam 😌
Blog yazarlığı. Benimde hayalini kurduğum ama olmayan hayalim. 😌
Napalım benim ki başlayana kadar blogların bitmemesi için, gayret ediyorum. 💪🏻 Cesaretimi toplayınca bende katılıyorum aranıza 🙏🏻
Merhabalar sevgili okuyucum. 🙂
Bir altaki yoruma verdiğim cevapta da belirttiğim üzere yazmak insanın iç dünyasına yaptığı yolculuktur. Bu yolculuktan uzak kalmamanızı tavsiye ederim. Geçip giden zamanda izimizi bırakmanın en güzel yollarından biri de yazmak çünkü.
Yazmanın ve okumanın hiçbir zaman ortadan kalkmayacağını bilsem de insanların alışkanlıklarının “kolaycılık” yönünde şekillenmesi beni biraz endişelendiriyor. Yüzeysellik girdabına kapılmış gidiyoruz lakin girdabın ucu derinliklere doğru değil daha da sığ sularda son buluyor. 🙂
Sevgili yazar, sitem dolu yazının her bir cümlesine katılıyorum. Bende bir şeyler yazmaya başlayınca bazen sadece sitem edesim geliyor. Blog yazmaya yeni başlamış biri olarak umarım bloggerlık ve bloglar ölmez, çünkü daha yeni başladım ve geç kalmış hissediyorum.. 🙂
Değerli yorumunuz için teşekkür ederim.
Mutluluklarımız, üzüntülerimiz, endişelerimiz vs. oldukça yazacak bir şeylerimiz de olacak sanırım. Tek sorun kalemi elimize almak konusunda bazen tembellik etmemiz sanırım. Bloğunuza uğradım, bu yolda sizlere de başarılar dilerim. 🙂
İyi bir blog yazarı olmak için blog okuyor olmak gerekir mi emin değilim ama uzun bir süredir okuduğum bloglar zaten yıllardır takip ettiklerim: yenilerini ise yavaş yavaş keşfetmeye çabalıyorum.
2009 yılında blog yazmaya ilk başladığım ve çevre edinmeye başladığımda bile birkaç yıl içinde bloglar ölüyor muhabbeti ile karşılaştım. Konuyu “kişisel bloglar ölüyor mu?” penceresinden bakmayı uygun görüyor ve yine de ölmeyecektir diyorum 🙂 Azalsa da varlığına devam edecektir illa. Aynı şey Orhun Kayaalp gibi youtube üzerinde güzel işler yapanlar için de geçerli.
–
Sınavlar konusundaki fikrine katılmadan edemiyorum ama eklemek dilediğim bir şey var: sınavlara mecbur olunmadığına ve işsizlik diye bir şeyin imkanlı olmadığına inanıyorum. Mandıra Filozofu havası estirmek dilemem ama toprağına sadık kalan insanların çocuklarına eğitim verirken kendini sınavlardan bağımsız olarak yetiştirebilmiş ve ailesinin, kendisinin geçimini karşılayabilen nice insan tanıdım, onlara ve gözlemlenebilen huzurlarına özendim durdum.
Kıymetli yorumun için teşekkür ederim sevgili Adamkarga.
Gençliğin heyecanları dinmeye başladığında aslında ömrümüz boyunca aradığımız şeyin huzur olduğunu keşfetmeye başlıyoruz sanırım.
Kişisel blog yazarı olmak, “yazıyor” olmanın bütün avantajlarını karşılamanın yanında insanlarla da iletişim kurabildiğimiz bir eylem. Kalabalıklar içerisinde yalnızlaşan insanları düşündüğümüzde yazılarımızın dokunduğu her yüreğe saygı ve sevgiyle yaklaşmamız gerektiğine inanıyorum. Dediğin gibi “güzel işler” yapmaya devam… 🙂
“Bloglar ölüyor” diyerek kepenk kapatanlardan olmamalıyız. Biz blog yazarları bile kendi içimizde birbirimizi takip edip emeğe saygı göstersek, blogların ölmesine “dur” diyebiliriz. Ama tabi hepsinden önce özgün içerik üretebiliyor olmamız gerekir. Güzel yazı olmuş. Teşekkürler.