Bu sefer bir hikaye ya da deneme yazmak istemiyorum. Sohbet edelim biraz. Ben anlatayım, siz dinleyin. 🙂
Özellikle lise yıllarımdan beri yazının hissettiklerimi dile getirmekte önemli bir araç, yol olduğunu düşünüyorum. Sağ olsun, edebiyat öğretmenim Özlem Hoca, sayılı teneffüslerinin bir kısmını yazdıklarımı okumaya bazen de sert eleştirilere harcardı. Bir keresinde öğretmenler odasına konuşmaya gittiğimde, içerisinin çok da kalabalık olmadığı bir günde, hep imrenerek baktığımız siyah, geniş mi geniş deri koltuklara oturup yazımı okumasını beklemiştim hocamın. Eli kalem tutan arkadaşların çoğunun hayatında böyle bir öğretmeni olmuştur sanırım.
İnsanın yazarak kendisini anlatmasının konuşmaya oranla daha derli toplu bir eylem olduğunu düşünüyorum. Çoğu zaman kendi iç sesini duyarak kaleme sarılır çünkü yazar. Bu nedenle aynı zamanda üretmek gibi çok anlamlı bir işi de gerçekleştirdiği için yazanlara ayrı bir değer veriyorum açıkçası. Öğrencilerimi yazmaya teşvik etmemdeki belki de en büyük etken budur. Elimden geldiğince heveslerini kırmadan ama kendilerine katkısını dokunacağını düşündüğüm eleştirilerle, el yordamıyla ilerledikleri bir dünyada yollarına ışık tutmaya çalışıyorum. Yazma sevdası, aynı zamanda hastalığı 😉 , kendisine öğretmeninden miras kalan birisi olarak geleneği devam ettiriyorum galiba.
Dün 24 Kasım Öğretmenler Günü’ydü. Bilgisayarımı açıp birkaç kelam edeyim dedim, olmadı. Bazen yazmak istediğim konularda içim parçalı bulutlu olduğunda kelimeler yağmur olup yağarken bazen de kapkara bulutlar tek amaçları güneşi görmemi engellemekmiş gibi öylece duruyor gökyüzünde. Bu sefer de kara bulutlara takılı kaldı gözlerim, ara vermek zorunda kaldığım öğretmenliğe dair bir şey yazamadım. Belki de duygularımın ucunu bucağını kestiremediğim için yazmak istemedim, bilmiyorum. Karşınızdaki gencecik dimağlara bir şeyler öğretebilmek, hayatlarını anlamlı kılma serüvenlerinde onlara bir nebze olsun yardım edebilmek öylesine eşsiz bir duygu ki… Özlüyorum.
Açık yarayı daha fazla deşmeyeyim. Konuyu değiştirelim. 🙂 Son zamanlarda yazdıklarımın küçük küçük öyküler olduğunu fark ediyorum, bundan bahsedeyim size. Yazı yazmaya başladığımda en çok deneme ve şiir türlerini tercih ediyordum. Kurguya dayalı metinleri okumayı çok sevsem de yazarken bu tür çok uğramıyordu yazı mecrama. Neden bilmiyorum, duyguları ve fikirleri şiir ya da deneme tarzında daha rahat aktarabileceğimi düşünürdüm. Halbuki beni duygusal olarak da en fazla etkileyen romanlar, hikayelerdir. Duygularımı kaleme alayım diye başladığım her yolculuk fotoğraf tadında bir öyküyle son buluyor şu aralar. Neden fotoğraf diye soracak olursanız, zihnimde canlanan bir görüntünün ardından kişiler, zaman ve olay ekleniyor çünkü yazdıklarıma. Mekanların ilhamı ile yazıyorum herhalde. Daha önce gitmediğim, görmediğim yerlerin tasavvuru ile…
Yazarken arka planda çalan şarkılar iyi geliyor. Sanki kelimeler daha bir yerini buluyor yazılarımda. Kendi müzik listemi oluşturma noktasında tembel olduğum için Youtube’dan aşağıda verdiğim listeyi takip ediyorum. Hoşuma giden müzik tarzı da bu herhalde.
Sanırım kişisel bloğumun en “kişisel” yazısı bu oldu. Böylesi de güzel oluyormuş; iç dökmek, paylaşımda bulunmak da iyi hissettiriyor. Kişisel blog dünyasına yoğunlaştığım şu zamanda çok güzel bloglarla da tanıştım. Bu ise ayrı bir yazının konusu olsun. Yalnız, blog yazarlarının havasının, suyunun okuyucular ve onların yorumları olduğunu keşfettim. Son zamanlarda ilgiyle okuduğum yazılara daha fazla yorum yapmaya çalışıyorum. Bloğumda okuduğunuz yazıları yorumsuz bırakmazsanız mutlu olurum. Okundukça, iletişim kurdukça yazmaya daha fazla motive oluyorum çünkü. Bazıları her şeyden bağımsız yazmayı, sadece iç dünyasını kelimelerle şekillendirmeyi severken ben yazma işinin okuyanla arada kurulan bir bağ olduğuna inanıyorum.
Görüşmek üzere…
Buraya yorumunu yazıyorsun, kolaymış değil mi:)?
Doğru yoldasın sevgili Deep. 🙂
Çok içten bir yazı olmuş gönlünüzü açtığınız için teşekkürler Zafer bey 🙂
Değerli yorumunuz için teşekkür ederim Nalan Hanım.
Öğrencilerini yazmaya teşvik eden güzel insanlara selam olsun, efendim 🙂
Saygılarımı sunuyorum.
Kıymetli yorumunuz için teşekkür ederim. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte gençler iletişim araçlarını daha fazla kullanıyor ama gelin görün ki dışarıya yansıyanın aksine daha yalnız bir nesil yetişiyor. Bu yüzden kaliteli iletişime hepimizin ihtiyacı var.
Güzel yazı olmuş 🙂
Değerli yorumunuz için teşekkür ederim. Biraz içimi dökeyim dedim. 🙂
Kişisel yazılar da hoş… :))
Beğendiğinize sevindim, teşekkür ederim. 🙂
Çok güzel bir yazı olmuş kardeşim 🙂 Sohbet etmek güzel bir şey 🙂
Değerli yorumunuz için teşekkür ederim. Sohbet, hayatı katlanılır kılıyor. 🙂
Kişisel yazılar daha çok hoşuma gidiyor desem yalan olmaz bence sık sık yazmalısınız 🙂
Değerli yorumunuz için teşekkür ederim. Ara ara bu tarzda yazmaya devam edeceğim anlaşılan. ? Baksanıza en çok yorum alan yazım bu oldu.
Pingback: Bu hafta blog yazarlarından ne öğrendim? episode 2 - Optamin
Bu tür yazılar daha çok ilgi çekiyor, bunu kendi blogumdan biliyorum. Buna rağmen edebî değeri olan yazılar -bence öyle- yazma fikrinden vazgeçmiyorum. Bu tür yazılar, özel hayata çok girmediği sürece düşünülebilir.
Kaleminize sağlık. 🙂
Değerli yorumunuz için teşekkür ederim. Edebiyat sınırlarına girdiğinizde kelimeler daha bir esnekleşiyor, anlam denizinin derinliği kat be kat artıyor bence. Arada sahil kenarında takılmak bazen de derin sular da yüzmek lazım galiba. 🙂
Pingback: Muhabbet Vakti #2 - Pilav Yiyene Kitap Hediye - Gönülden Dile